YGS Biyoloji - Canlıların Temel Bileşenleri I

Merhabalaarr.

Aynen biyolojiden devam ediyorum. İkinci konumuz Canlıların Temel Bileşenleri
Canlıların temel bileşenlerini iki kısımda inceliyoruz bitanem. İnorganik Bileşikler ve Organik Bileşenler. 

Organik bileşik nedir? İnorganik bileşik nedir?

Merak etme ben de önce onları açıklayacağım zaten. Zira meb amca da öyle yapmış. Şimdi bir de coşku ya baktım da adam önce kimya bilgisiyle zemin hazırlamış. Aslında ben de bilgimi tazelerim o yüzden biz de öyle yapalım. Birazcık temel kimya bilgisi öğrenelim haydii.

Şimdi bu inorganik olsun organik olsun tüm maddeler atomlar oluşuyor anacım. Onu biliyosun. Merak etme ben de bildiğini biliyorum. Dur devam edicem. Her atom elektron, proton ve nötron adı verilen yapılardan oluşuyor. O zaman şöyle basit bir formül yazalım:

Elektron + Proton + Nötron = Atom

Einstein gibi kızım nasıl da formül üretiyorum ama. Çok zordu yukarıdaki formülü birleştirmek arkadaşlar. Atomu tanımladık geçelim elemente.

Element de sadece bir cins atomdan oluşan saf madde. For egzampııll: O2
Molekül de iki veya daha fazla atomun birleşmesiyle oluşur.

Coşku bundan sonrasını yeniden organizmaya bağlamış. İşte moleküller ornaganelleri organeller hücreyi vs. vs. Sonuç olarak canlıların ortak özelliklerindeki organizmada ortaya çıkan zincirleme oluşuyor.

Organizma > Sistem > Organ > Doku > Hücre > Organel > Molekül

Ta da daa!

Bak dur burayı iyi dinle. Hani canlıların ortak özelliklerinde solunumu anlatırken kimyasal bağdan bahsetmiştik. Solunum neydi? Aldığımız besinlerdeki kimyasal bağ enerjisini ortaya çıkarmaya yarayan eylemdi. Bir yıkım eylemiydi. Hatta fotosentez de yapımdı.
Yapım + Yıkım = Metabolizma'ydı. Buradan da bir önceki konuyu özet geçmiş oldum. 

Ley ley ley.

Şimdi buraya neden girdim? Çünkü kimyasal bağı tanımlacağım.
Bileşikleri oluşturan atomlar elektriksel yapıdan dolayı birbirine çekim kuvveti uygularlar. Hani şu zıt kutuplar birbirini çeker meselesi. (+) ile (-) nin çekim gücü. Elektron ile proton'un aşkı. Biz bu aşka kimyasal bağ diyoruz. Atomları bir arada tutan elektriksel güce kimyasal bağ denir. Olay budur.

Şimdi biraz tekrar ettik, biraz kimya bilgisini soktuk araya. Asıl konumuza geri dönüyorum.

En son ikiye ayrılır dedik. İnorganik ve organik bileşikler dedik. Tanımlamasını yapacaktık. Yapıyorum bekleyin.

İnorganik Madde*: Canlı vücudu tarafından üretilemeyip dışarıdan hazır olarak alınan maddedir.
Organik Madde*: Canlı vücudu tarafından üretilebilen ve yapısında (C, O, H) karbon, oksijen ve hiderojen bulunduran maddedir.

Şimdi ortaya şöyle bir tablo çıkıyor:



İnorganik Bileşikler

Canlı hücrelerinin yapısına katılır.
Metabolik faaliyetlerde düzenleyicidir.
Sindirilmen kana geçebilirler. (Yani hücre zarından da geçebilirler.)
Yıpranan dokuların onarılmasında görev alırlar.
Enerji vermezler.

Su

Şimiden söyleyeyim su başlığını bitirdiğimiz de bi vay amına koyim diyeceksin. Zira ben az önce dedim. Bi sayfa dolusu not çıktı lan.

Ama kısaca özeti şu:
Su miktarı canlıdan canlıya ve dokudan dokuya değişir. Kimyasal tepkimelerde iyi bir çözüdür. Fotosentezde kullanılır. Zararlı atıkların seyreltilmesinde ve atılmasında görevlidir. Vücut ısısını düzenler. 

Şimdi yukarıdaki cümleleri açtıkça açacağız. Zira DNA sarmalı gibi bi şey. Su cidden hayat. Valla bak yalan değilmiş yani ben az önce anladım onu.

Şimdi ilk cümlemiz Su miktarı canıldan canlıya ve dokudan dokuya değişiyor. Genel kültürle karışık biyoloji, kimya hatta bazen coğrafya içeren bilgiler vereceğim. Meb amca öyle yapmış.

Dünya yüzeyinin 3/4'ü suyla kaplı. Bunu biliyosundur zaten. Buna bağlı olarak insan vücudundaki hücrelerin %70 ile %90'ı sudur. Hatta bazı su bitkilerinde bu oran %98'e çıkıyomuş. Hülüloğğğ! Dur bak şimdi burayı iyi dinle çünkü 11. sınıf biyoloji konusunda da karşında çıkıyor anacım. Tohumlarda su oranı %15'in altındır. Neden mi? Çünkü enzimler su olmadan çalışamaz. Ve enzimlerin su sınırı %15'tir. Ortamdaki suyun %15'in altında olması enzim çalışmasını durdurur. Ne zaman sen tohuma su verirsin bu oranı artırırsın o zaman enzimler aktifleşir ve tohum çimlenir. Kapiş? Aferinn.

İkinci cümlede ne dedik kimyasal tepkimelerde iyi bir çözüdür. Bu ne işe yarar? 
Bu, suyun canlı vücudunda taşıyıcı sıvı olarak kullanılmasını sağlar. İnsanlarda ve hayvanlarda kana karışır, bitkilerde direkt taşıyıcı sıvının kendisidir. Zararlı atıkların seyreltilmesini ve vücuttan atılmasını sağlar. Biyolojik tepkimelerin sulu ortamlarda gerçekleşebilmesini sağlar. 

Besinlerin sindiriminde kullanılır. Bu olaya hidroliz denir. Hidroliz nedir? Büyük moleküllerin su kullanılarak küçük moleküllere yıkılmasıdır, hidroliz. Tam tersinin adı dehidrasyondur. Dehidrasyon, organik monomerlerin(yapı taşların) bir araya gelip büyük molekküllü maddeleri oluştururken açığa su çıkmasıdır. Bu tepkimeye verilen addır dehidrasyon. İsimlerinde meymenet yok hiç birinin. Su, fotosentezdeki ana maddelerden biridir. Hidrojen, elektron ve oksijen kaynağıdır fotosentez için.

Su vücut ısısını düzenler nasıl mı? Çok havalı bi şekilde. Böyle saçlarını geriye attırarak düzenler. Alır eline fön makinesini saçlarını uçuşturur. Merlin ablamız gibi olur. Öyle güzel düzenler vücut ısısını. Tamam tamam geyiği kesiyorum ve devam ediyorum canısı.

Şimdi bak su öz ısısı yüksek bi madde. Bu ne demek biliyor musun canısı? Bu demek ki suyun sıcaklık değişimi yavaş. Yaniiii? Yani geç ısınıp geç soğuyo kanka. Yani onu ısıtıp soğutmak için daha çok enerji lazım. E bu ne halta yarıyo? Bu iklimleri bile etkiliyo amk.

Önce şu bilgiyi vereyim,

Suyu oluşturan atomlar yani oksijen ve hidrojen kovalent bağla bağlanmıştır.
Su molekülleri ise birbirine hidrojen bağıyla bağlanmıştır. Hidrojen bağı tek başına pek de önemsenecek bir şey değilken su moleküllerini bir arada tutan bir çok hidrojen bağı önemli büyüklükte bir kuvvet oluşturur. Bu da suyun daha kararlı bir bileşik olmasını sağlar.

Bununla ilgili meb kitabından alıntı yapıyorum meb amca anlatmış.

"Büyük su kütlelerinin yaz mevsiminde ya da gündüzleri, güneşten büyük miktarda ısı soğurmalarına rağmen sıcaklıkları sadece birkaç derece artar. Çünkü soğrulan enerjinin esas kısmı su molekülleri arasındaki hidrojen bağlarının kırılması için harcanır. Kış mevsiminde ya da geceleri birkaç derecelik sıcaklık düşüşü sırasında daha çok miktarda yeni hisrojen bağı kurulduğundan enerji ısı şeklinde ortama verilir. Suyun yavaş soğuması ortamı ısıtır. Bu durum kıyı bölgelerinin ılıman olmasını sağlar."

Aynı şekilde su insan vücudunda da önemli bir vücut ısısı düzenleyicisidir.

Suyun ayrıca kohezyon ve yüzey gerilimi olarak iki özelliği var. Onları da açıklayıp biticereğim.

Şimdi canım benim su molekülleri birbirlerine hidrojen bağıyla bağlı ya. Öyle büyük bir aşkla değil yani bildiğin hidrojen bağıyla bağlı işte. Su sıvı halde olduğu için bu bağlar arada kırlıyo ama yerine hemen yenileri oluşuyor. Yani hep bir arada kalıyorlar, hiç kopmuyorlar. Bu duruma kohezyon diyoruz biz.

Acaba su molekülleri böyle bağlanmayı nerden öğrendi?
Babasının nasıl öyle pasta yaptığını anlayamayan o kızın babasıyla aynı yerde eğitim almış olabilirler mi?
Olur mu olur.

Bu arada bu kohezyon bitkilerde köklerden yapraklara kadar su taşınabilmesine yarıyor. Çok yararlı bir şey yani. Yine 11. sınıf biyoloji konusu bu da. Orada daha detaylıca anlatılıyor.

Neyse şekerim bir de yüzey gerilimi var. Onu inceleyelim o neymiş?
Yüzey gerilimi sudaki kohezyon kuvvetinin diğer bir etkisiymiş. Yüzey gerilimi sıvının yüzeyinin elastik bir tabaka gibi davranmasını sağlayan özelliktir. Suyun iç kısmındaki moleküller onları çevreleyen diğer su molekülleri tarafından her yöne eşit kuvvetle çekilir. Sonuçta her su molekülü üzerindeki net kuvvet 0 olur. Yüzeydeki su moleküllerinin ise üst kısmında komşu su molekülleri yoktur. Böyleceee su yüzünde delinmesi nispeten güç bir tabaka oluşur. Ahanda bu tabakayı oluşturan kuvvet yüzey gerilimidir anacım.

Bu fizik bilgisini bize meb kitabı veriyor. Suyu kimyasından fiziğine kadar inceledik artık. İçim dışım su oldu. Nede olsa vücudumun %65 kadarı su. 

Yeter su demiycem artık.

Asitler - Bazlar

İlk okuldayken de işlemiştik ya bu konuyu. O zamanlardan aklımda kalan şey:

Asitler kızartır bazlar morartır.

İşte bildiğiniz üzre asitler turnusol kağıdını kırmızıya, bazlarsa maviye çevirir.

Durun ya ne hatırladım. SBS'ye çalışırken bu konuyu kitaptan çalışmıştım. Futboll müsameresi şeklinde anlatıyordu konuyu. Asitanya ile Bazistan diye iki takım oluşturmuştu. Arada kalanlara da Tuz demişti. Vay anasını ya. Neyse tamam ben devam ediyorum.

Yukarıda destan gibi suyu anlattım ya. Orda suyun çözücü özelliği var demiştik hani. He işte oraya burada da gireceğiz. Asit baz tanımı yaparken kitaplarda kullanılan asıl tanım şu:

Suda çözündüğünde ortama H+ iyonu veren maddelere asit*,
Suda çözündüğünde ortama OH- iyonu veren maddelere ise baz* denir.

(Yukardaki hidrojenin +'sının üstte olması gerekirdi amma velakin wordde yapıp buraya yapıştırdığımda kabul etmedi blogger. Aynı şekilde - de üstte olacaktı.)

pH* ve pOH çizelgeleri var anacım. 0-14 arası değerleri var bunların. 0-7 asit, 7-14 baz. 7 nötr olan kısım. Ne asit ne baz. Mesela saf su nörtdür. 0'a yaklaşıldıkça asitlik dereceği artar. Mesela HCl (Hidroklorik Asit) baya baya kuvvetli bir asidimizdir. Midede besin sindirimine ekilidir. 14'e yaklaşıldıkça bazlık derecesi artar mesela NaOH (Sodyum Hidroksit) baya baya bazdır.






pH'ın açılımı Power of Hyrogen.  Onunda hidrojenin gücü anlamına geldiğini biliyosun yavrum. 

Asitlerin tatları eşkidir. For egzampııl: limonee. 
Bazlar kaygandır ve tatları acıdır. For egzampııl: sabune.

Bu arada bir genel kültür bilgisi vereyim. Şimdi biz dişlerimizi fırçalışıyoruz. Neden? Plakları tortuları vs. gideriyoruz. Ayrıcaa diş macunu bazik bir madde. Ve bizim yediğimiz yemekler asidik. Ağzımızdaki asidik ortam dişlerin çürümesine sebebiyet veriyor. Dişlerimizi yemekten sonra fırçalarsak o asidik ortamı bazla nötrleştirmiş oluyoruz. Tabii bir de diş macunun içinde yararlı mineraller var diş için oraya minaraller kısmında geçeceğim hayatım azıcık sabret.

Bu arada canısıı bazlar ikiye ayrılıyor. İnorganik ve organik bazlar. Farklarını bende bilmiyorum heralde biri canlı vücudunun üretebildiği diğeri üretemediğir anacım. Ama biz bazları inorganik kategorisinde inceliyoruz. Benim de kafam karıştı bi sn. Meb amca böyle bi ayrım yapmamış bazlarda. Coşku yayınları yapmış. Neyse yani böyle de bi ayrım varmış bilin. Hatta şu da ek bilgi olarak verilmiş canım, Metil amin (HC3NH2) ve anilin (C6H5NH2) organik bazmış. NaOH (sodyum hidroksit) ve KOH (potasyum hidroksik) ise inorganik bazmış, bilgilerinize.

Canlılığın sürdürülebilmesi için bu hidrojen(H+) ve hidroksil(OH-) iyonlarının dengesinin korunması gerekiyor hayatım. Zayıf asitler ve bazlar metabolizmanın düzenlenmesinde etkilidir.  Zayıf asit ile zayıf bazın ne demek olduğunu 11. sınıf kimya dersinde görüyorsun. Ben bu yıl dersleri iyi dinleseydim şimdi onun sana ne olduğunu anlatırdım fakat dinlemedim, bilmiyorum. Kimya anlatırken geliriz o konuya.

Şimdi canım üst paragrafta söylediğim ilk cümleyi açıklayacağım. Aslında örneklendireceğim desek daha doğru olur. Çok hücreli canlılarda bu pH ve pOH'ın dengesini sağlayabilmek adına belirli mekanizmalar gelişmiştir. Mesela kanın pH'ının 7,4 de kalmasını sağlayan maddemizin adı karbonik asittir. (Hücre solunumu sırasında açığa çıkan karbondioksidin suyla birleşmesi sonucu oluşmuştur.) 

Bu karbonik asit çok sürtük. Suyla iş birliği yaparak hidrojeni kullanıyo anacım. Kendisini iyonlarına ayrıştırdığımız da ortaya bikarbonat ve hidrojen çıkıyo. Sulu ortamda da kendiliğinden iyonlarına ayrışıyor bu zaten. Yani ne zaman suyu görse hidrojeni def ediyor anacım. Dedim ya sürtük. Hidrojeni def edip ortama verince noluyooo? Kanın pH'ı düşüyor. Yani asidik seviyesi artıyor. Bakıyo ortam iyiye gitmiyor. Hemen alıyor hidrojeni tekrar bağlıyo kendine. Karbonik asit oluyo. (Hidrojende iki çift güzel söze kanıyorsa demek kii... Kanma hidrojencim. Etme eyleme.)

Asitler-bazlar da burada bitiyor.

Mineraller ve Tuzlar 

Ya konuya geçmeden önce bi' şey söyliyim mi?
Canım çok fena milkshake çekiyor. :(

Öhö öhö...

Önce minerallerin ne işe yaradıklarını yazıcam. Ardından da açıklıycam.

Hücre içi ve dışı sıvıların oranını ve dengesini düzenler.
Enzimlerin yapısına katılır. (Ko-faktör)
Biyolojik moleküllerin yapısına katılır.
Eksikliği veya fazlalığı çeşitli hastalıklara neden olur. Bir mineralin eksikliği bir başka minarelle giderilmez. İlla da o minarel olacak yani.

Mineraller canlıların yaşamsal olaylarının düzenlenebilmesi için çok önemli. Az sonra her birinin ne işe yaradığını yazıcam. Mineraller organizmanın yapısında çok az bulunmasına rağmen canlılığın sürürülebilmesi için gereklidir.


Ekstra bilgi. Gereksiz dersen okuma canısı."Vücut mineralleri sinirlerimizdeki ilerimi, kaslarımızın kasılmasını, kanımızın ve hormonlarımızın çalışmasını sürekli kılan potasyum, sülfür, sodyum, kloroid, kalsiyum, magnezyum, iyodid ve iyottur. Kemik mineralleri ile birlikte toplam vücut ağırlığının %4'ünü oluştururlar."

 Mineraller hücrede ogranik bileşiklerin yapısına katılabilabildikleri gibi, tuzlar halinde de bulunabilirler. Doğada tuzlar, asit ve bazların tepkimeye girmesi sonucu oluşur.

Hatta formülümüz şudur:

Asit + Baz = Tuz* + Su

Su nerden geliyo buluyo musun? Hani asitler ortama H iyonu veriyo. Bazlar da OH iyonu veriyo ya. E topla bunu iki hidrojen bi oksijen ediyo. Haş iki o işte. (H2O) Sanırsın çok gizli bi bilgiyi deşifre ettim lan. Allah'ıım...

Mineralleri ve işe yaradıklarını saymaya başlıyorum bitanem. Geç otur.

Kalsiyum*
Vücutta en fazla bulunan mineraldir (%1,5 - 2)ve fosforla dişin ve kemiğin yapısına katılır. Kas kasılmasında, kanın pıhtılaşmasında, sinirlerde ve bazı enzimlerin çalışmasında görev yapar. Emilmesi D vitaminin varlığında gerçekleşir. (Güneş ışığıysa vücudunuzda D vitamini ortaya çıkmasını sağlar. Bunun nasıl olduğunu unuttum ama öyle.)


Ektra bilgi:Kalsiyumun %99'u fosforun ise %90 kadarı kemik ve dişlerin yapısında bulunur. Bu iki mineral kemik ve dişlerin sertleşmesini sağlar. Kalsiyum ve fosfor ayrıca hücre içi ve dışı sıvılarının dengede tutulması için gereklidir.

Fosfor*
Nükleik asit,(DNA da bulunandan bahsediyo bitanem. Adenozin + Şeker + bi tanede fosfat var ya. Hani ATPde de olandan. Birbirlerine fosfat bağlarıyla bağlılar. Neyse oraya da ayrıca değineceğiz zaten.) yağ, protein ve ATP gibi moleküllerin de yapısına katılır. Bu molekküller canlıdaki yapısal elemanların sentezlenmesinde görevlidir. Kemik - diş yapımında da kullanıldığını kalsiyumdayken bahsettik.

Go on! 

Sodyum* ve Potasyum*
Bu mineraller hücre içi ve dışı sıvılarında asit-baz dengesinin sağlanmasında, sinir ve kas hücrelerinin çalışmasında görev alır. Bu mineraller vücut sıvıları içinde iyonlar halinde bulunurlar. Kanda da miktarları oldukça yüksektir.

Ayrıca potasyum protein ve glikojen sentezinde görev alır. Bunun yanı sıra potasyum vücet sıvılarında bulunur ve hücrelerin çalışmasını kontrol eder.

Sodyum ve Klor vücudun su dengesinin düzenlenmesinde görev alır.

Demir*
Bazı enzimler, hemoglobin ve bazı pigmentlerin yapımı için gereklidir. Vücudumuzdaki toplam demir 4-6 gramdır. Bunun büyük bir kısmı solunum gazlarının taşınmasını sağlayan hemoglobinin yapısına katılır.

İnsanlar demir, manganez, çinko, selenyum gibi, bakır gibi minerallere az miktarda gereksinim duyarlar.

Çinko bağışıklık sistemini güçlendirir. Çinko gibi olursunuz. Hücrelere gerekli olan protein sentezinde görev yapar.Yaraların iyileşmesini sağlar.

Bak yaraların iyileşmesi dedik aklıma ne geldi? Heroes izleyen var mıdır bilmem ama çok harika diziydi, ben çok severdim. Orada sarışın bi kız vardı. Rejenerasyon özelliği vardı. Parmağını kessen yerine parmak çıkıyodu falan. Baya garip bi şeydi. Hatta kız bunu öğrendikten sonra kendini falan deniyodu. Bu kere serçe parmağını kesti geri zekalı. Sonra yangının içine girdi ordan insan kurtardı kendisi yandı sonra iyileşti. O da yetmedi kız kaç metre yüksekten atladı. Kaburgası dışarı çıkmıştı da eliyle yerine yerleştirmişti. Şimdilerde o oyuncu bi krem reklamında oynuyo. Nütricina diye okunuyor da nasıl yazıldığını hatırlamıyorum.

Ehem...

İyot*
Tiroit bezinin hormonu olan tiroksinin yapısına katılır. Vücuda yeterli iyot alınmaz ise, tiroksin hormonu az salgılanır. Buna paralelo olarak tiroit bezi çok çalışır ve büyür. Buna da guatr hastalığı denir. 

Annanemde var guatr. İlaçları kullanmadığınızda bildiğniz şişiyo o boyun bölgesi. Hadi ananemdeki o kadar yükselmiyo ama google görsellerde görmüştüm bi kaç yıl önce baya ciddileri de var. O kadar kocaman büyor ki o bez. Allah korusun. 

Toplumsal mesaj veriyorum, iyotlu tuz kullanın.

Flor*
Dişlerin yapısında bulunur. Bu mineralin azlığı dişlerin çürümesine, fazlalığı ise sararmasına sebep olur. Ben de sanıyorum fazlası iyidir beyaz olur. Değilmiş ya la.


Ek bilgi veriyorum arkadaşlar. Pepsin enzimi diye bir enzim var. Basit enzim olduğundan yapısında ek kısım yokmuş. Ve yapısında kalsiyum barındırmıyormuş. Az önce çözümlü bir soru çözdüm çözümünde yazıyordu.

Magnezyum*
Kemiklerin yapısının korunmasını, kalsiyum ve fosforun emilimini sağlar. Bitkilere yeşil renk veren fotosentezde görev yapan klorofilin yapısında bulunur. (10. sınıf biyolojide klorofilin yapısını da görüyoruz. Orda klorofilin tam ortasında magnezyum hatırlıyorum. Biyoloji hocamız şeklini çizdirtmişti.)

Magnezyum enzimlerin yapısına katılır. (Kofaktör)

Enee bitti lan. Yani inorganik kısım bitti. Bunun iki katı kadar organik bileşenler var. :))):)))

cnm mşglsn glb... nldu? blogdn çkasın mı gldi? :))) :):)) ypma öyle syler... :)) sonuna kdr brdasn. ltfn.. :))) hadi dvm ediyrz.. :)))

Arkadaşlar kayıt çok uzun oldu o yüzden bölüm bir-iki diye.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YGS Biyoloji - Canlıların Temel Bileşenleri II

TYT Biyoloji | Enzimler